21 Mayıs 2012 Pazartesi

MATEMATİĞİN TEMELLERİ ÜZERİNE UYUŞMAZLIK YÜZYILI*


Evet, bazı çılgınca şeylerden bahsedeceğim. Genel kanı fikirlerin bazen çok güçlü olduğudur. Bir kavram, felsefî bir kavram olarak bilgisayar hakkında bir kuramdan bahsedeceğim.

Hepimiz biliyoruz ki bilgisayar gerçek dünyada çok kullanışlı bir nesnedir! Maaşlarımızı öder, öyle değil mi? Fakat insanların çoğu zaman hatırlamadığı şey, —abartmış olacağım, lakin söyleyeceğim— bilgisayarın gerçekte matematiğin temelleri ile ilgili felsefî bir sorunu aydınlatmak için icat edilmiş olduğudur.

Şimdi, bu fikir saçma gibi görünüyor, ancak bunun doğru tarafları var. Aslında, bilgisayara, bilgisayar teknolojisine yol açan bir çok fikir silsilesi vardır. Bu fikirler, matematiksel mantık ile matematiğin sınırları ve gücü hakkındaki felsefi sorunlardan türemiştir.

Bu tür sorunlardan ilham alan, oyuncak bir bilgisayarın matematiksel bir modeli olan Turing makinesini icad etmiş olan bilgisayar öncüsü Turing’dir. Turing bu makineyi Hilbert’in matematik felsefesi ile ilgili bir sorusunu çözmeye çalışırken icat etmiştir. Turing, bunu herhangi gerçek bir bilgisayar henüz icat edilmeden önce yaptı ve sonra da sahiden bilgisayar yapmaya koyuldu. İngiltere’deki ilk bilgisayarlar Turing tarafından yapıldı.

Buna ilaveten, Birleşik Devletlerde bir teknoloji olarak bilgisayarların icadını, (maalesef savaş çalışmalarının ve atom bombası inşa etme çalışmalarının bir parçası olarak) üretilmesini teşvik etmede faydalı olan von Neumann, Turing’in çalışmalarını çok iyi biliyordu. Ben Turing’i, Turing’in çalışmalarının öneminden bahseden von Neumann’ı okuyarak öğrendim.

Demek ki benim bilgisayarların kökeni hakkında söylediklerim tümüyle bir uydurma değildir. Lâkin bu mevzu entelektüel tarihin unutulmuş bir parçasıdır. Bu konuşmanın bitiş yargısı ile başlayayım: Bunların çoğu bir bakıma Hilbert’in çalışmalarından türemiştir. Bu yüzyılın başlarında çok iyi bilinen bir Alman matematikçi olan Hilbert, matematiğin tümünü, bütün matematiksel akıl yürütmeleri—sonuç çıkarmaları— biçimselleştirmeyi önerdi. Ve Hilbert’in bu önerisi çok büyük, görkemli bir fiyaskodur!

Bir bakıma, bu büyük bir başarısızlıktır. Çünkü, matematiksel akıl yürütmenin biçimselleştirilemeyeceği açığa çıkmıştır. Bu, benim bugün üzerinde konuşacağım, 1931’de Gödel tarafından yapılan çalışmanın meşhur bir sonucudur.

Fakat bir başka yönden, Hilbert gerçekten haklıydı, çünkü biçimcilik (formalizm) bu yüzyılın en büyük başarısı olmuştur. Akıl yürütme veya mantıksal çıkarım için değil de, programlama ve hesaplamada biçimcilik son derece başarılı olmuştur. Eğer bu yüzyılın başındaki mantıkçıların çalışmalarına bakarsanız, onlar akıl yürütme, mantıksal çıkarım ile matematik yapma ve sembolik mantık için biçimsel diller üzerine konuşuyorlardı, bununla beraber onlar aynı zamanda programlama dillerinin ilk versiyonlarından bazılarını da icat etmişlerdi. Dahası bu programa dilleri, bizim her zaman birlikte yaşadığımız ve beraber çalıştığımız biçimciliklerdir! Bunlar çok önemli teknolojilerdir.

Böylece, akıl yürütmek için biçimcilik işlemedi. Matematikçiler biçimsel diller içinde akıl yürütmezler. Fakat hesaplama, programlama dilleri için biçimcilik, kökü bu yüzyılın başında Hilbert’e dayanan, matematik ile ilgili epistemolojik, felsefi soruları açıklamaya çalışan biçimci görüş içinde bir bakıma doğrudur.

Şimdi size şaşırtıcı bir sonucu olan bu öyküyü anlatıp, entelektüel tarihin bu şaşırtıcı parçasından bahsedeceğim.

Küme Kuramında Kriz

Müsaadenizle yaklaşık bir yüzyıl öncesine gidip, Cantor ile başlayalım...
Georg Cantor

Mesele şudur: normalde matematiğin statik, değişmeyen, mükemmel, mutlak doğru, mutlak gerçek vs. olduğunu düşünürsünüz, değil mi? Fizik değişken olabilir, fakat matematikte nesneler kesindir! Halbuki durumun tam olarak böyle olmadığı açığa çıktı.

Geçen yüzyılda matematiğin temelleri, matematiğin nasıl yapılması gerektiği, neyin doğru olup olmadığı, matematikte geçerli bir ispatın ne olduğu gibi konular üzerine bir çok uyuşmazlık yaşandı. Bunun üzerine neredeyse kan akıtılıyordu... İnsanların korkunç kavgaları oldu ve bu öykü akıl hastanesinde son buldu. Bu, oldukça önemli bir uyuşmazlıktı. Bu uyuşmazlık çok iyi bilinmiyor, ama bunun entelektüel tarihimizin ilginç bir parçası olduğunu düşünüyorum.

Bir çok insan görelilik kuramı hakkındaki uyuşmazlıktan haberdardır. Einstein başta çok tartışıldı. Ve sonra kuantum mekaniği üzerine olan uyuşmazlık... Bunlar, yüzyıl fiziğinin iki önemli devrimidir. Fakat daha az bilinen şey, pür (katıksız) matematikte de müthiş devrimlerin ve uyuşmazlıkların olduğudur. Bu, gerçekte Cantor ile başladı.

Cantor’un yaptığı şey bir sonsuz kümeler kuramı icat etmekti.
Sonsuz Kümeler

Cantor bunu yaklaşık yüzyıl önce icat etti; hatta, yüzyıldan biraz daha uzun bir süre öncedir. Bu kuram çok büyük bir devrim niteliğinde olup, aşırı derecede maceralı bir iştir. Niçin böyle olduğunu açıklayayım.

Cantor şöyle dedi; 1, 2, 3 ...’u ele alalım.

1, 2, 3, ...

Hepimiz bu sayıları görmüşüzdür, değil mi? Cantor, bu dizinin ardına sonsuz bir sayı eklemeyi teklif etti.

1, 2, 3, ... omega

Cantor, bu sayıyı da Yunan alfabesindeki küçük omega(w) ile gösterdi. Sonra da, niye burada duralım, yolumuza devam edip sayı serisini genişletelim önerisinde bulundu.

1, 2, 3, ... omega, omega+1, omega+2, ...

Omega artı bir, omega artı iki, sonra sonsuz miktarda bir zaman bu işleme devam edin. Bundan sonra ne ekleyeceksiniz? Peki, iki omega ? (Aslında, teknik nedenlerden ötürü omega çarpı ikidir.)

1, 2, 3, ... omega ... 2omega

Sonra iki omega artı bir, iki omega artı iki, iki omega artı üç, iki omega artı dört...

1, 2, 3, ... 2omega, 2omega+1, 2omega+2, 2omega+3, 2omega+4, ...

Sonra, ne gelir? Üç omega, dört omega, beş omega, altı omega, …

1, 2, 3, ... 3omega ... 4omega ... 5omega ... 6omega ...

Peki, bütün bunlardan sonra ne gelecek? Omega’nın karesi! Ve böylece devam edin, Omega kare artı bir, omega kare artı altı omega artı sekiz... Pekala, uzun bir süre bu şekilde devam edin ve omega kareden sonra gelen ilginç şey? Omega’nın küpü! Ve sonra siz omega’nın dördüncü kuvvetini sonra beşinci kuvvetini elde edersiniz ve çok sonra?

1, 2, 3, ... omega ... omega2 ... omega3 ... omega4 ... omega5

Omega üzeri omega!

1, 2, 3, ... omega ... omega2 ... omegaomega

Ve çok sonra, omega üzeri omega üzeri omega sonsuz kere!

1, 2, 3, ... omega ... omega2 ... omegaomega ...

Buna genellikle epsilon-sıfır denildiğini zannediyorum.

epsilon0 =

İnsanı hayrete düşürecek hoş bir sayı! Bu noktadan sonra işler biraz zorlaşıyor...

Bu, Cantor’un asıl hüneri olan sonsuz kümelerin boyutunu ölçmek için yaptığı ısınma turu niteliğinde harikulade hayali ve üretici bir şeydi dahası bu, çok aşırı tepkiler aldı. Cantor’un yaptığı şeyi bazıları sevdi, bazıları ise onun bir akıl hastanesine konulması gerektiğini düşündü! Gerçekten de bu eleştirilerden sonra Cantor’da sinir bozukluğu (nevrasteni) başladı. Cantor’un çalışmaları, çok etkili olup nokta-küme topolojisi ve yirminci yüzyıl matematiğinin diğer soyut alanlarına zemin açtı. Fakat çalışmaları, aynı zamanda tartışmalıydı. Bazıları, bunun, gerçek değil hayali bir dünya olduğunu, ciddi matematikle bir alakası olmayıp teoloji olduğunu söylediler! Dahası, Cantor asla iyi bir mevki elde edemedi ve hayatının geri kalanını da ikinci sınıf bir enstitüde harcadı.

Bertrand Russell’ın Mantıksal Paradoksları

Sonra işler, çocukluk kahramanlarımdan olan Bertrand Russell’dan dolayı daha da kötüleşti.

Bertrand Russell

İngiliz bir filozof olan Bertrand Russell, güzel ve kendine has denemeler yazmış ve zannediyorum ki bu harika denemelerden dolayı Nobel edebiyat ödülünü almıştır. Matematikçi olarak başlayan Bertrand Russell, yozlaşarak önce filozof sonra hümanist olmuş ve hızlıca baş aşağı gitmiştir![Gülüşmeler] Neyse, Bertrand Russell, önce Cantor kuramında, sonra mantığın kendisinde rahatsız edici bir paradoks demeti keşfetmiştir. Bunlar öyle durumlardır ki, orada akıl yürütmeler doğru gözükürken aynı zamanda çelişki doğurmuşlardır.

Ve öyle zannediyorum ki Bertrand Russell, bunun ciddi bir kriz olduğu ve bu çelişkilerin bir şekilde çözülmesi gerektiği düşüncesinin yayılmasında çok etkili olmuştur. Russell’ın keşfettiği paradokslar çok dikkat çekti, asıl garip olan ise, onlardan sadece bir tanesinin Russell adıyla son bulmasıdır! Bu paradokslardan bir tanesi de Burali-Forti paradoksu diye adlandırılır. Çünkü Russell bu paradoksu yayınladığında bir dipnotta, Burali-Forti’nin makalesinden fikir aldığını belirtmişti. Halbuki, Burali-Forti’nin makalesine bakarsanız öyle bir paradoks göremezsiniz!

Fakat öyle zannediyorum ki, bazı şeylerin ciddi şekilde yanlış olduğu Danimarka’da bazı şeylerin çürümüş olduğu[1], muhakemelerin iflas ettiği ve bu hususta derhal bir şeyler yapılması gerektiğinin fark edilmesi temelde Russell’a dayanır. Meksikalı bir matematik tarihçisi olan Alejandro Garciadiego, Bertrand Russell’ın matematikte bilinenden çok daha büyük bir rol oynadığını dile getiren bir kitap yazdı: Russell, sadece kendi adını taşıyan Russell paradoksunu değil, aynı zamanda adını taşımayan Burali-Forti ve Berry paradokslarını formüle etmede kilit bir rol oynamıştır. Russell, herkese bu paradoksların önemli olduğunu ve bunların çocukça kelime-oyunları olmadığını anlatmıştır.

Herneyse, bu paradokslardan en çok bilineni bugünlerde Russell paradoksu olarak anılanıdır. Kendi kendisinin elemanı olmayan bütün kümelerin kümesini düşünün. Ve sonra şunu sorun, “Bu küme, kendisinin bir elemanı mıdır yoksa değil midir?”. Eğer kendisinin bir elemanı ise, o halde kendisinin elemanı olmamalıdır, ve tersi! Bu paradoks, küçük ve uzak bir kasabada kendisini tıraş etmeyen adamları tıraş eden bir berberin durumuna benzer. Paradoks,  “Berber kendi kendini tıraş eder mi?” sorusunu sorana kadar çok mantıklı görünüyor. Berber, kendi kendini tıraş eder ancak ve ancak kendi kendini tıraş etmez. Böylece berber, bu kuralı kendine uygulayamaz!

            Şöyle diyebilirsiniz, “Bu berberden kime ne!”. Bu, her halükarda aptalca bir kuraldır ve her kuralın istisnası vardır! Fakat bir küme ile, matematiksel bir kavram ile ilgileniyorsanız bu sorunu halletmek o kadar da kolay değildir. O halde, doğru görünen akıl yürütmeler sizi zora sokuyorsa öyle kolay omuz silkemezsiniz!

            Sırası gelmişken, Russell paradoksu, aslında antik Yunanlılarca bilinen ve bazı filozoflar tarafından Epimenides paradoksu olarak anılan bir paradoksun küme-kuramcı yansımasıdır. Bu,  yalancı paradoksudur: “Bu cümle yanlıştır!” “Şimdi söylediğim şey bir yanlış, bir yalandır.” Pekala, bu cümlenin kendisi yanlış mı? Eğer yanlış ise, eğer bir şey yanlış ise, o şeyin doğrulukla bir alakası yoktur. Öyleyse eğer ben bu cümlenin yanlış olduğunu söylüyorsam bu onun yanlış olmadığı manasına gelir—bu da onun doğru olduğu manasına gelir. Fakat eğer bu doğru ise ve ben onun yanlış olduğunu söylüyorsam, o halde onun yanlış olması gerekir! Gördüğünüz gibi, her halükarda başınız belada!

Sonuçta tam bir mantıksal doğruluk değeri elde edemezsiniz, her şey takla atar. O ne doğrudur ne de yanlıştır. Ve siz bunları dikkate almayıp bunların sadece anlamsız kelime oyunları olduklarını, ciddiyetten yoksun olduklarını söyleyerek bunları defedebilirsiniz. Oysa Kurt Gödel daha sonra çalışmalarını bu paradokslara dayayarak çok farklı bir görüş ileri sürdü.
Gödel, Bertrand Russell’ın hayret verici bir keşif yaptığını söyler; bizim mantıksal sezgilerimiz veya matematiksel sezgilerimiz kendi kendileriyle çelişir, birbiriyle uyuşturulamaz! Gödel, Russell’ın söylediklerinin büyük bir şaka olduğunu düşünmek yerine Russell’ı çok ciddiye aldı.

Şimdi David Hilbert’e geçip onun, Cantor’un küme kuramı ve Russell’ın paradokslarının neden olduğu krizin üstesinden gelecek kurtarma planından bahsedeceğim.
David Hilbert Biçimsel Aksiyomatik Kuramlarla [Matematiği] Kurtarma Yolunda

Cantor’un sonsuz kümeler kuramının ateşlendirdiği krize tepkilerden biri biçimciliğe sığınmak olmuştur. Eğer kusursuz görünen akıl yürütmeler sonucunda sıkıntıya düşüyorsak, o halde çözüm, sembolik mantığı kullanmaktır. Yapay bir dil oluşturarak o dilin içinde çok dikkatli olup, oyunun kuralları neyse onu söyleyerek çelişkilere düşmediğimizden emin olabiliriz. Çünkü, burada kusursuz görünen bir parça akıl yürütme var ki bu çelişkilere yol açmaktadır. İşte biz bu sorunun üstesinden gelmek istiyoruz. Fakat, doğal dil muğlaktır—bir zamirin kime işaret ettiğini asla bilemezsiniz. Bundan dolayı, gelin bir yapay dil oluşturalım ve her şeyi çok net kılalım ve bütün çelişkilerinden kurtulduğumuza emin olalım! Bu biçimcilik düşüncesiydi.
Biçimcilik

Şimdi ben, Hilbert’in matematikçilerin böyle mükemmel bir yapay dil içinde çalışmak zorunda olduklarını kastettiğini zannetmiyorum. Bu yapay dil daha çok bir programlama diline benzeyecektir fakat amaç hesap yapmak değil; akıl yürütmek, matematik yapmak ve çıkarım yapmaktır. Bu Hilbert’in düşüncesidir. Fakat Hilbet, düşüncesini hiçbir zaman bu şekilde ifade etmedi. Çünkü, o zaman programlama dilleri yoktu.

Peki, buradaki düşünceler nelerdir? Her şeyden önce, Hilbert aksiyomatik yöntemin  önemini vurguladı.
Aksiyomatik Yöntem

Bu şekilde matematik yapma fikri, antik Yunanlılara kadar ve özellikle güzel ve açık bir matematiksel sistem olan Öklit geometrisine kadar dayanır. Lâkin, bu yeterli değildir; Hilbert aynı zamanda sembolik mantığı kullanmamız gerektiğini söylüyordu.
Sembolik Mantık

Sembolik mantığın da uzun bir geçmişi vardır: Leibniz, Boole, Frege, Peano... Bu matematikçiler akıl yürütmeyi cebire benzetmek istediler. İşte Leibniz: Kimin haklı olduğunu tartışma yerine hesaplama ile münakaşadan kaçınmayı önerdi—ve münakaşadan kastı muhtemelen siyasi ve dini münakaşalardı-! Kavga yerine masaya oturabilmeli ve “Beyler, buyurun hesaplayalım..” demelisiniz diyordu. Ne güzel bir düş!...

Dolayısıyla fikir şudur: matematiksel mantık aritmetik gibi belirsizlik ve yorum soruları olmaksızın, sonuç içinden çıkarılabilir olmalıdır. Sembolik bir dil ile yapay bir matematik dili kullanarak kusursuz rigor [titiz, kesin, kati, katı, sert Ç.N.] bir sonuca ulaşabilmelisiniz. Matematikte ‘rigor’ kelimesinin “rigor mortis”[2] şeklinde kullanıldığını duydunuz mu? [Gülüşmeler] Buradaki katılık, o katılık değildir. Fakat fikir şudur; bir önerme ya tamamıyla doğrudur ya da tamamıyla saçmadır, ikisinin arasında bir şey yoktur. Biçimsel aksiyomatik sistem içerisinde formüle edilen bir ispat mutlak olarak açık ve tamamıyla pürüzsüz olmalıdır!

Başka bir deyişle Hilbert, oyunun kuralları, tanımlar, temel kavramlar, gramer ve dil—oyunun bütün kuralları—konusunda tamamıyla net olmalıyız ki matematiğin nasıl yapılacağı üzerinde uzlaşabilelim diyordu. Pratikte, bu tür bir biçimsel aksiyomatik sistemi kullanmak çok zahmetli bir iş olacaktır, fakat bu sistem felsefi olarak önemlidir. Çünkü böylece matematiksel akıl yürütmenin herhangi bir parçasının bütün sorularının doğruluğu bir defada çözülecektir.

Tamam mı? Öyleyse Hilbert’in fikri oldukça açıktır. Hilbert sadece matematikteki aksiyomatik ve biçimci geleneği takip ediyordu. Biçimcilik içindeki, formül kullanmadaki, hesaplamadaki haliyle biçim! O yolun tamamını gitmek ve matematiğin tümünü biçimselleştirmek istiyordu; bu yeterince makul bir plana benziyordu. Hilbert devrimci değil, muhafazakar biriydi... İşin ilginç tarafı, daha önce belirttiğim gibi; Hilbert’in kurtarma planının işleyemeyeceği ve başarılamayacağı dahası bu planı işler kılmanın imkansız olduğu açığa çıktı!

Hilbert, sadece bütün matematik geleneğini şu noktaya kadar takip ediyordu: Aksiyomatik metot, sembolik mantık, biçimcilik... Hilbert, tamamen net olma ile bütünüyle biçimsel bir aksiyomatik sistem oluşturmayı, yapay bir dil üreterek de paradokslardan kaçınmayı hedefledi. Bunlar paradoksları imkansız kılacak, paradoksları yasaklayacaktı! Buna ek olarak, çoğu matematikçi muhtemelen Hilbert’in haklı olduğunu, bunun elbette yapılabileceğini düşündü—bu ise matematikteki şeylerin mutlak net olduğu, siyah veya beyaz olduğu, doğru veya yanlış olduğu düşüncesidir.

Öyleyse Hilbert’in düşüncesi, matematiğin bütünüyle neyle alakalı olduğuna ilişkin mutedil düşüncenin uç ve abartılmış bir versiyonudur: Oyunun kurallarının tümünü bir kez ve tamamıyla belirleyip üzerinde anlaşabiliriz. Bunun yapılamayacağının açığa çıkması büyük bir sürprizdir. Hilbert’in yanıldığı açığa çıkmıştır, ama o çok verimli bir yolda yanılmıştır. Çünkü Hilbert çok güzel bir soru sormuştu. Aslında, bu soruyu sormakla gerçekten de metamatematik denilen, matematiğin tümüyle yeni bir alanını kurmuş oluyordu.

Matematiğin kendi içine döndüğü, kendi kendini araştırdığı bir alan olan metamatematikte, matematiğin neyi başarabileceğini veya neyi başaramayacağını araştırırsınız.
Metamatematik nedir?

Bu benim alanım—metamatematik! Metamatematikte, matematiğe yukarıdan bakarsınız ve matematiksel akıl yürütmeyi, matematiksel akıl yürütmenin neyi başarıp başaramayacağını tartışmak için kullanırsınız. Temel düşünce: à la Hilbert (Hilbert tarzı) matematiği bir kez yapay bir dil içine gömüp, tümüyle biçimsel bir aksiyomatik sistem kurarak matematiğin herhangi bir manası olduğunu unutabilirsiniz. O zaman matematiğe, sadece kağıt üzerine işaretler koyarak oynadığınız aksiyomlardan teorem çıkarmanıza yarayan bir oyun gözüyle bakabilirsiniz!

Bu matematiksel akıl yürütme oyununun manasını unutabilirsiniz. O sadece sembollerle birleştirme oyunudur! Belli kurallar vardır ve siz bu kuralları çalışıp bu kuralların herhangi bir manası olduğunu unutabilirsiniz!

Biçimsel bir aksiyomatik sistemi inceleyip yukarıdan, dışarıdan baktığınızda neyi araştırırsınız? Ne tür sorular sorarsınız?

Pekala sorabileceğiniz bir soru şudur: “0 eşittir 1”i ispatlayabilir misiniz?

0=1 ?

Neyse ki yapamazsınız, fakat bundan nasıl emin olacaksınız? Emin olmak zordur!

Ve herhangi bir A sorusu için, A’nın doğrulanması için, durumun doğru olup olmadığını, A’yı veya A’nın karşıtını (A’nın değilini) ispatlamanın mümkün olup olmadığını sorabilirsiniz.

A ?       ¬A?

Buna bütünlük denir.
Bütünlük

Herhangi bir A sorusunu, ya onun doğruluğunu (A)  ispatlayaraktan  ya da onun yanlışını (¬A) ispatlayaraktan çözebiliyorsanız, böyle bir biçimsel aksiyomatik sisteme bütün denir. Güzel bir şey olmalı! Başka ilginç bir soru da şudur: bir önermeyi (A) ispatlayabiliyorsanız ve bunun tersini (¬A) de ispatlayabiliyorsanız, buna tutarsızlık denir dahası eğer bu gerçekleşirse, durum çok fena! Tutarlılık, tutarsızlıktan çok iyidir!
Tutarlılık

Öyleyse Hilbert’in düşüncesi, matematik içinde konusu matematiğin kendisi olan, yeni bir alan oluşturmaktı. Fakat bunu, tamamıyla biçimsel bir aksiyomatik sistem olmadan yapamazsınız. Çünkü  herhangi bir “anlam” matematiksel bir akıl yürütmeye içkin olduğu müddetçe bu matematiksel akıl yürütme tümüyle öznel olacaktır. Matematik yapmamızın nedeni elbetteki onun anlamlara sahip olmasıdır, değil mi? Fakat eğer matematiksel yöntemleri kullanarak matematiği ve matematiğin gücünü araştırmak istiyorsanız, anlamı “billurlaştırmak” için onu “kurutma”lı, kesin kurallar ile birlikte onu, yapay bir dil ile baş başa bırakmalısınız. Gerçekten de bu yapay dil, öyle bir dil olmalı ki mekanik bir ispat-kontrol algoritmasına sahip olsun.
İspat-Kontrol Algoritması

Hilbert’in sahip olduğu kilit düşünce, bu mükemmel kurutulmuş veya billurlaşmış aksiyomatik sistemi bütün matematik için tasavvur etmesiydi. Hilbert’in düşündüğü bu sistemde kurallar o kadar kati olacaktı ki, eğer herhangi bir matematikçi bir ispata sahip ise orada mekanik bir hakem, bir prosedür olacak ve “Bu ispat kurallara uyar” veya “Bu ispat yanlıştır, kurallara aykırıdır” diyebilecektir. İşte bu, anlama veya öznel anlamalara bağlı olmayan ve tamamıyla objektif matematiksel gerçekliği elde etmenin yolu, onu tamamıyla hesaplamaya indirgemektir. Bazıları “Bu bir ispattır” diye iddia ettikleri makaleyi, doğruluğuna karar vermesi iki yıl süren beşer bir hakeme sunmak yerine, bir makineye verebilir. Makine en sonunda; “Bu kurallara uyar” veya “4. satırda bir yazım yanlışı vardır” veya “3. satırın sonucu olduğu zannedilen 4. satırdaki şeyler, aslında sonuç değildirler” der. Ayrıca, bu nihai bir karar olacaktır, temyize gitmek yok!

Ana fikir, gerçekte matematiğin bu şekilde yapılması gerektiği değildir. Ben bunun bir iftira ve yanlış bir suçlama olduğunu düşünüyorum. Hilbert’in gerçekten matematikçileri makinelere dönüştürmek istediğini zannetmiyorum. Fakat Hilbert’in düşüncesi şöyleydi: Eğer matematiği alır ve bu şekilde işleyebilirseniz, matematiği matematiğin gücünü araştırmak için kullanabilirsiniz. Hilbert’in bulduğu bu çözüm önemli ve yeni bir şeydi. Hilbert, bunu  matematiğin geleneksel görüşünü yeniden doğrulamak, kendini haklı çıkarmak için istemekteydi...

Hilbert bir aksiyomlar kümesine ve bu biçimsel dile sahip olmayı önerdi. Bu biçimsel sistem, hepimizin üzerinde anlaşabileceği ve bütün matematiksel akıl yürütmeleri içerecek mükemmel bir sistem olacaktı! Bundan sonra oyunun bütün kurallarını bileceğiz. Hilbert, bu biçimsel aksiyomatik sistemin iyi olduğunu—yani tutarlı ve bütün olduğunu— göstermek ve insanlara bunu kabul ettirmek için sadece metamatematiği kullanmak istiyordu. Böylece felsefi sorunlar için “Bir ispat ne zaman doğrudur?” ve “Matematiksel gerçeklik nedir?” soruları bir defada çözümlenecekti. Bunun gibi, herkes matematiksel bir ispatın doğru olup olmadığı konusunda anlaşabilecekti. Ve gerçekten de biz bunun objektif bir şey olduğunu düşünüyorduk.

Başka bir deyişle, Hilbert yalnızca diyordu ki; eğer matematik gerçekten nesnel ise ve öznel elemanlar yok ise, matematiksel bir ispat ya doğru ya da yanlış ise, o durumda orada bunu belirlemek için kesin kurallar olmalı ve siz bütün detayları doldurduysanız yoruma bağlı olmamalıdır. Bütün detayları doldurmanız önemlidir—bu matematiksel mantığın görüşüdür; matematiksel akıl yürütmeleri hayale yer kalmayacak, hiçbir şey dışarıda kalmayacak şekilde  çok küçük basamaklara “atomize” etme düşüncesi! Eğer hiçbir şey dışarıda kalmadıysa, bir ispat otomatik olarak kontrol edilebilir. Bu gerçekte sembolik mantığın ta kendisi ve Hilbert’in düşüncesidir.

Hilbert gerçekten de bunun yapabileceğine inanıyordu. Böylelikle Hilbert bütün matematiği biçimselleştirecek ve hepimiz de bu biçimselliğin oyunun kuralları olduğunu kabul edecektik. O zaman matematiksel gerçekliğin çok çeşitleri değil yalnızca bir versiyonu olacaktı. Bir Alman matematiğine, bir Fransız matematiğine, bir İsveç matematiğine ve bir Amerikan matematiğine sahip olmak istemiyoruz. Hayır, biz evrensel bir matematik, matematiksel gerçeklik için evrensel bir kriter istiyoruz! O zaman herhangi bir ülkedeki bir matematikçi tarafından yazılan bir makale başka ülkelerdeki matematikçiler tarafından anlaşılabilir. Mantıklı gelmiyor mu?! Neticede, 1931’de Kurt Gödel bunun tamamen mantıksız olduğunu, asla yapılamayacağını gösterdiği zaman, bunun ne kadar şok edici olduğunu hayal edebilirsiniz!

Kurt Gödel Eksikliği Keşfeder (1931)

Gödel bunu Viyana’da yaptı. Fakat öyle zannediyorum ki, Gödel, şimdiki Çek Cumhuriyetinin Brünn veya Brno şehrinden. O zamanlar Brünn, Avusturya-Macaristan imparatorluğunun bir parçasıydı. Gödel, daha sonra Princeton’daki İleri Araştırmalar Enstitüsündeydi. Ben birkaç hafta önce Gödel’in Princeton’daki mezarını ziyaret ettim. Gödel’in evinin şimdiki sahibi, beni evini incelerken görünce [Gülüşmeler] polisi aramak yerine, beni evini ziyaret etmem için davet edecek kadar nazik biri! Onlar, bazı insanların tarihsel nedenlerden ötürü ilgilendikleri bir evin içinde olduklarını biliyorlar.

Peki öyleyse Kurt Gödel ne yaptı? Evet, Gödel matematiğin ne ile alakalı olduğu hakkındaki bu görüşü aşağı yukarı çürüttü. Gödel, meşhur sonucuna ulaştı: “Gödel’in eksiklik teoremi”.
Eksiklik

Gödel’in ulaştığı sonucu, Gödel’in orijinal yoluyla açıklayan sevimli bir kitap var. Gödel’in İspatı diye adlandırılan bu kitap, Nagel ve Newman tarafından yazılmıştır. Bu kitabı çocukken okumuştum, kırk yıl geçti kitap hâlâ satılmakta!

Gödel’in bu şaşırtıcı sonucu nedir? Gödel’in umulmadık keşfi, Hilbert’in yanıldığı, biçimciliğin yapılamayacağıdır. Yani, içinde bir şeyin doğru olup olmadığını duru ve açık kılacak, bütün matematiksel gerçekliği kapsayacak, bir kurallar kümesi üzerine anlaşıp matematiğin tümü için biçimsel bir aksiyomatik sisteme sahip olacak hiçbir yol yoktur!

Daha net bir ifadeyle, Gödel’in keşfettiği şey şuydu; sadece temel aritmetik ile, 0, 1, 2, 3, 4... ile ve toplama ve çarpma ile ilgilenin – bu “temel sayı kuramı” veya “aritmetik”tir— ve bunun için sadece bir aksiyomlar kümesini elde etmeye çalışın —bildik aksiyomlar Peano aritmetik diye adlandırılır—, bu durumda bile başaramazsınız! Toplama, çarpma, ve 0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10… hakkındaki bütün gerçeği ve sadece gerçeği elde etmeye çalışan herhangi bir aksiyomlar kümesi eksik olmaya mahkumdur. Daha net bir ifadeyle, bu aksiyomatik sistem ya tutarsız olacak veya eksik olacaktır. Dolayısıyla, eğer siz bir aksiyomatik sistemin yalnızca doğruyu söylediğini kabul ederseniz, o zaman bu sistem size bütün doğruları söylemeyecektir. Toplama, çarpma ve 0, 1, 2, 3, 4… hakkındaki bütün doğruları elde etmenin hiç bir yolu yoktur! Özelde, eğer aksiyomların sizin yanlış teoremler ispatlamanıza izin vermediğini kabul ederseniz, bu durumda aksiyomatik sistem eksik olacaktır yani bu aksiyomlardan çıkan fakat ispatlayamayacağınız doğru teoremler olacaktır!

Bu kesinlikle harap edici bir sonuçtur ve bütün matematik felsefesi geleneği yere serilmiştir! Bu sonuç o zaman kesinlikle yıkıcı olarak düşünüldü. Fakat, belki siz 1931’de, hakkında endişelenilecek başka birkaç problemin olduğuna dikkat ettiniz. Avrupa’nın içinde bulunduğu durum kötüydü. Önemli bir ekonomik kriz vardı ve bir savaş tertipleniyordu. Bütün problemlerin matematiksel olmadığına katılıyorum! Yaşamda epistemolojiden çok daha başka şeyler de vardır! Fakat, merak etmeye başladınız. Pekala, eğer matematiğin geleneksel görüşü doğru değilse, o zaman doğru olan ne? Gödel’in eksiklik teoremi şaşırtıcıydı ve aynı zamanda korkunç bir şoktu.

Gödel bunu nasıl başardı? Evet, Gödel’in ispatı çok zekicedir. Nerdeyse çılgınca bir şeye benzeyen ispat, oldukça paradoksaldır. Gödel yalancı paradoksu ile başlar (“Ben yanlışım!”) ki bu ne doğru ne de yanlıştır.

“Bu cümle yanlıştır!”

Dahası, Gödel’in yaptığı şey kendi kendine “Ben ispatlanamam!” diyen bir cümle üretmektir.

“Bu cümle ispatlanamaz!”

Eğer siz temel sayı kuramında, aritmetikte, böyle bir cümle yazabilirseniz- ispatlanamaz olduğunu ifade eden matematiksel bir cümleyi nasıl yaparsınız bilmiyorum, bunu yapabilmeniz için çok zeki olmanız gerekir -fakat eğer bunu başarabilirseniz, bir çıkmazda olduğunuzu görmek kolaydır. Sadece üzerinde biraz düşünün. Başınızın belâda olduğunu görmeniz kolaydır. Çünkü eğer ispatlanabilirse, cümle yanlıştır, değil mi? O halde siz çıkmazdasınız, siz yanlış sonuçları ispatlamaktasınız. Dahası eğer cümle ispatlanamazsa ve ispatlanamaz olduğunu söylüyorsa, bu durumda o cümle doğrudur, ve matematik eksiktir (tamamlanamazdır). Dolayısıyla her halükarda başınız beladadır! Hem de büyük bir belada!

Gödel’in orijinal ispatı çok çok zekicedir ve anlaşılması güçtür. İçinde yığınla karmaşık teknik detay vardır. Fakat eğer onun orijinal makalesine bakarsanız, bana öyle geliyor ki, içinde çok sayıda LISP[3] programlaması var veya en azından LISP programlamasına bayağı benzeyen bir şeyler var. Neyse, şimdi biz onu LISP programlaması diye adlandıracağız. Gödel’in ispatı çok fazla sayıda yinelenen fonksiyon içerir ve bu fonksiyonlar listelerle ilgilenen fonksiyonlardır ki bunlar LISP’in tam olarak ne olduğudur. O halde, 1931’de programlama dilleri olmasa bile, olayın gerçekleşmesinden programlama dilinin önemini kavramanın etkisiyle Gödel’in orijinal makalesinde açıkça bir programlama dili görürüz. Ve bu programlama diline bildiğim en yakın programlama dili LISP’dir, katıksız LISP’dir, yeterince ilginç olarak yan etkileri olmayan LISP’dir. Ki bu LISP’in kalbidir.

 Neticede, bu çok çok etkileyici bir sonuçtu ve insanlar gerçekte bunun ne anlama geldiğini bilmiyorlardı.

Şimdi ileriye dönük ikinci önemli adım Alan Turing tarafından yalnızca beş yıl sonra, 1936’da meydana geliyordu.
Alan Turing Hesaplanamazlığı keşfeder (1936)

Turing’in bütün bu sorunlara yaklaşımı Gödel’inkinden tamamen farklı ve daha derindir; çünkü Turing onu klozetten çıkarmıştır! [Gülüşmeler] Onun klozetten çıkardığı şey bilgisayardı! Bilgisayar Gödel’in makalesinde zımnidir. Fakat gerçekte bu, sıradan bir faniye görünür değildir, sadece o zaman değil, ancak ehemmiyetini fark ettikten sonra geriye dönük bakışlarla görülebilir. Dahası Turing gerçekte onu açığa çıkarmıştır.

Hilbert bir ispatın kurallara uygun olup olmadığına karar verecek “mekanik bir prosedür” olması gerektiğinden bahsetmişti. Ancak Hilbert mekanik bir prosedür ile ne kastettiğini hiçbir zaman netleştirmedi, bu tez kelimelerle sınırlı kaldı. Fakat Turing aslında kastedilen şeyin bir makine olduğunu söyledi, ve bir çeşit makine ki biz şimdi buna bir Turing makinesi diyoruz—fakat Turing’in orijinal makalesinde bu şekilde adlandırılmamaktaydı. Doğrusu, Turing’in makalesi, aynen Gödel&rs

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder