Matematiğin Felsefesi II
Matematiğin felsefesi ele alınması oldukça zor ama çok da ilginç bir
konudur. Alfred N. Whitehead'in bir keresinde söylediği gibi,
"matematik, insan ruhunun en özgün yaratılarından biridir ve başlıca
rakibi müziktir". Arı matematik, akılcı düşüncenin doruğunda
oturmaktadır. Ondan kopuk olmayan uygulamalı matematik de o doruğun
etrafını saran inanılmaz güzellikleri oluşturmaktadır. Bugünün
belirleyici paradigması olan pozitivizm ne kadar dirense de, bu dorukla
etrafının karşılıklı etkileşimli bağlantıları giderek yeni bir
matematik felsefesinin inşa edilmesine kaynaklık etmektedir.
Matematiksel
sonuçlar; temel kuramlardan geometrik şekillere, işlevsel çözümlemenin
karmaşık yapılanmalarına ve küme kuramına kadar kesinliğin, özenin ve
belirliliğin paradigmaları olarak bir görüntü çizerken, yine aynı
matematik bilginin kesin gerçekliğine ulaşmanın sonsuzda olacağını bize
gösteren ayrı bir resim de çizmektedir. Matematiğin, felsefesinden
yoksun kalmasının olanaksızlığı giderek "uzman" kişilerden insanlık
kültürünün bütünlüğüne doğru yol almaktadır. Matematiksel sonuç ve
yöntemler genellikle şaşırtıcı ve zariftir. Bazen de sanatlarda bulunan
tipik güzelliklere benzer biçimde sade, soyut güzelliklerin üstündeki
örtüyü kaldırır. Eğitim dizgelerinde yalnızca işlem, yöntem ve
problemlere indirgenen matematiğin entellektüel yaşamımızın içine
işleyen bu boyutlarıyla ele alınmasına ve felsefesiyle bütünleşen
kültürel bir bütünlüğe büyük gereksinme vardır. Felsefesinden
koparılmış bir matematik özellikle eğitsel süreçlerde insana
yabancılaşır ve bu yabancılaşma içindeki birey de matematiği bir kaygı
yığınına dönüştürür ve "ezber" olgusuna önemli bir yer açılır.
Matematiğin felsefesi, matematiğin özsel yönlerini aralamak,
aydınlatmak ve insan türünün nasıl oluyor da matematik yapabildiğini
araştırmak üzere yola çıktığımızda başlar. Buradaki zorluk, çeşitli
yönlerini tutarlı bir bütünlük içinde toplayabilmekte yatmaktadır. Tüm
bunları bir araya getirmenin güçlüğü açıktır. Kültürden ve yaşam
tarzından bağımsız olmaması farklı bakış açılarını da beraberinde
getirmektedir. Örneğin, matematiksel sonuçların kuşku duyulmazlığını,
nesnelliğini ve zaman dışılığını açıklamak için onları, uzay-zaman
dışında bir Platonik dünyanın gerçek betimlemeleri olarak görmemiz
gerekir. Bu bakış açısı bizi, insanın bu gerçekliklerle nasıl temas
edebileceğini açıklamak sorunuyla baş başa bırakır. Buna karşılık,
Platonik dünyadan uzaklaşarak matematiğe, biçimsel simgelerle oynanan
bir oyun olarak bakabiliriz. Bu, insanların nasıl matematik
yaptıklarını açıklayacaktır. Zaten doğuştan oyun oynayanlar değil
miyiz? Ancak, bu görüş bizi bir görevle karşı karşıya bırakır: Oyunun
kurallarını belirleme ve bu matematik oyununun neden bu kadar
kullanışlı olduğu. Fakat hâlâ, matematiği açıklamak için başka
yaklaşımlar da vardır. Ve tüm bunlar, matematiğin diğer yönlerini
tamamen gizem içinde bırakarak matematiğin bazı yönlerini aydınlatmak
üzere kaçınılmaz olarak indirgemeci konumlarını alacaklardır. Fakat,
tüm bu çeşitlilik içindeki yaklaşımlarda göze çarpan temel bir ayırım
vardır. Matematiğin gerçekçi (Platonist) düşünce ve yapılandırmacı
(constructivist) düşünce. Gerçekçilik, matematiksel evrenin
gerçekliğini kabul eder ve bunu keşfeden matematikçilerden bağımsız
olduğunu öne sürer. Yapılandırmacılık ise matematik gerçekliğin,
matematiği icat eden matematikçilerin var olan, günlük ve kazandıkları
olası yapılanmalarca koşullandığını savunur. Yani, kültürel bir boyutu
vardır.
Acaba, soyut nesneler var mıdır? Ya da, tüm nesneler uzay-zaman içinde
somut olarak mı var olur? Gerçekçi yaklaşıma göre soyut nesneler
vardır. Bunlar matematiksel nesnelerdir ve nesnel gerçeklikler olarak
bulunur. Zihin, matematiksel sezginin ilkel yetisi veya matematiksel
alanı kavrama yeteneğiyle donanmıştır. Matematiksel dil ve anlam,
referans ve gerçek cinsinden geliştirilir. Buna karşılık, tüm
nesnelerin uzay ve zaman içinde var olduğu, değiştiği ve kültürel
olarak paylaşıldığı düşüncesi, matematiğin yapılanmaya dayalı bir
yorumu olacaktır. Buna göre, matematik içsel bir zihin etkinliğidir.
Anlam, daha çok hesaplamaya dayalı bir içeriktedir ve dilsel
özelliklere çok yakındır. Dilsel anlam kuramı, koyutları (postulaları)
ve dönüşümleri anlamlandırarak devingen bir yapıda geliştirilir.
Görüldüğü gibi, matematiğin felsefesi çok boyutlu bir sahneyi
canlandırmaktadır. İnceledikçe yeni boyutlar eklenmektedir. Felsefe ve
ötesinde, örneğin doğal bilimler, ruhbilim, dilbilim gibi alanlarda
yankılanan özelliklere sahiptir.
Genel ve ana hatlarıyla vermeye çalıştığımız matematiğin felsefe
sahnesi, bilim felsefesi ve doğal olarak tarihi ile de bir bütünlük
içindedir. Fakat, kendine özgü bir yönüyle uzun yıllardır bu sahnede
aranmaya çalışılan "matematiğin temelleri" düşüncesidir. Aşağıda biraz
daha ayrıntıyla vermeye çalışacağımız düşünce okulları, matematiği
kendi alanları içinde hapsetmişlerdir. Yani, indirgemişlerdir. Buna
karşılık, o alanlarda yapılan araştırmaların, matematiğin özsel bazı
özelliklerinin ortaya çıkarılması açısından önemli katkıları vardır.
Bunu aşağıda biraz daha ayrıntılı araştıracağız. Elde edilen sonuçlar
birer düşünce önerisidir. Tartışma ortamını zenginleştirmeyi,
tartışmaya açmayı ve yeni bir "matematiğin felsefesinin" kuruluşuna
katkıyı amaçlamaktadır.
Biçimcilik
Matematiksel kılgıyı gözlediğimiz zaman simgelerin belirli kurallar
uyarınca kullanıldığını görürüz. Bu açıdan baktığımızda matematiği,
simgelerin kurallarla denetlenip yönetilen, ya da biçimsel bir
kullanımı olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bundan başkası olmadığını da
vurgulayabiliriz. İşte bu noktada, "bundan başkası olmadığı" vurgusu,
yüzeyselliğin ve onun felsefi bir başka adı olan indirgemeci
değerlendirmeye düşmüş oluruz. Bu görüş, genellikle "biçimcilik" olarak
bilinir. Buna bir örnek verelim. Yapay zekâ ile ilgilenen bilgisayar
bilimcilerinden bazıları, doğal olarak insan zekâsının, kullandıkları
makinaların yaptıklarından ilke olarak farklı olmadığını düşünme
eğilimindedirler (her meslek alanında benzer indirgemeci eğilimlere
rastlandığı gibi). Böylece, insan zekâsı bilgisayara, kuramlar
programlara ve düşünce de bir makinanın yaptığı işlemlere benzetilir ya
da uyarlanır. Bir biçimciye göre matematik, bundan başka ne olabilir
ki? Ve de ekler: Herhangi bir yolla matematik yapan bir kişi simgeleri
kullanmaktan kaçabilir mi?
Matematiksel kılgıyı gözlediğimiz zaman simgelerin belirli kurallar
uyarınca kullanıldığını görürüz. Bu açıdan baktığımızda matematiği,
simgelerin kurallarla denetlenip yönetilen, ya da biçimsel bir
kullanımı olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bundan başkası olmadığını da
vurgulayabiliriz. İşte bu noktada, "bundan başkası olmadığı" vurgusu,
yüzeyselliğin ve onun felsefi bir başka adı olan indirgemeci
değerlendirmeye düşmüş oluruz. Bu görüş, genellikle "biçimcilik" olarak
bilinir. Buna bir örnek verelim. Yapay zekâ ile ilgilenen bilgisayar
bilimcilerinden bazıları, doğal olarak insan zekâsının, kullandıkları
makinaların yaptıklarından ilke olarak farklı olmadığını düşünme
eğilimindedirler (her meslek alanında benzer indirgemeci eğilimlere
rastlandığı gibi). Böylece, insan zekâsı bilgisayara, kuramlar
programlara ve düşünce de bir makinanın yaptığı işlemlere benzetilir ya
da uyarlanır. Bir biçimciye göre matematik, bundan başka ne olabilir
ki? Ve de ekler: Herhangi bir yolla matematik yapan bir kişi simgeleri
kullanmaktan kaçabilir mi?
Bunu biraz daha somutlaştırmak için bir biçimciye, aritmetiğin temel
kuramından ne anladığını sormuş olalım. Tamamen biçimcilik içinde kalan
bir kişi için bu kuram, yalnızca bir simgeler zinciridir. İçerik
belirleyici değildir. Bu kuramın bir içeriğe sahip olduğunu bize
hissettiren şey ise, yalnızca meşgul olduğumuz etkinliklerde oynadığı
kesin roldür. Eğer simgesel etkinliklerimize daha kesin bir betimleme
yaparsak, örneğin, matematiğin herhangi bir bölümünü yasa ve kurallarla
düzenleyen özel bir biçimsel dizge geliştirirsek o zaman aritmetiğin
temel kuramının rolüne ilişkin kesin bir açıklama getirebiliriz. Bunu
yapmadığımız sürece, kuramın içeriği boştur. İçerik, biçimsel tasarımla
ortaya çıkar ve anlam kazanır. Bu kuramla ilgili birkaç biçimsel kanıt
belirtebiliriz. Bu kanıtları, başka kanıtların biçimsel ele
alınışlarında kullanabiliriz. Ancak, biçimci için kuramların, simgesel
etkinlerimiz içindeki işlevinin dışında bir anlamı yoktur. Bütünüyle
biçimci olarak bakan bir kişi için kuram, doğal sayılar için herhangi
bir önermede bulunmaz, çünkü kendisi için böylesi nesneler yoktur.
Nesne yerine biçim egemendir.
Bu tartışma, matematiksel bir dizgenin biçimsel bir dizgeye
indirgendiği bir durumu ifade etmektedir. Yoksa, matematikte simgenin
rolü olmadığı, simgeler aracılığıyla bir göstergeler ve dil süreci
içinde anlam kazandığını yok saymak olanaksızdır. Ayrıca, çok da
önemlidir. Matematiksel etkinliklerde koskoca bir göstergebilimsel bir
dizgenin belirleyici bir tarafı olduğu açıktır. Ancak, insan zihnin
algoritmik bir araç olmadığı da ayrı bir açık noktadır. Biçimsel
düzeyde, algoritmaların işlediği ve sorunları belirli adımlarla çözüme
ulaştırabileceği gerçeği, matematiğin felsefesindeki, ya da yaşamla
olan bağlatılarındaki karşılıklı etkileşimli yapılanmaları gözden ırak
tutamaz. Yüzeysel kalan bu yaklaşım, özdeksel nesneye inemez.
Matematik yaparken, nasıl çözüleceğini bilmediğimiz bir problemle
didişirken simgelerle uğraşmaktan çok, düşünceler ve yapılanmalarla
uğraşırız. En zor durumlardan biri, matematikle uğraşan bir kişinin bir
düşüncesinin olduğu, fakat bu düşüncesini biçimsel olarak belirtemediği
anlardır. Bu düşünceler kendilerini sıklıkla görsel ve kinestetik
görüntüler olarak gösterir. Problem üzerindeki inceleme sürdükçe ve
çalışma aydınlandıkça ve de daha biçimsel oldukça, belirgin bir içsel
yapının varlığı açıkça görülür. Bu durumda, bu içsel yapılar henüz
simgesel kodlamaya uğramamıştır. Ruhbilimsel kategorileri burada nasıl
ihmal edebiliriz? Bilgikuramsal yönlerini nasıl küçümseyebiliriz?
Matematikçiler alışılmış olduğu üzere, düşüncelerden, yapılanmalardan
ve kanıtlardan öyle bir şekilde konuşurlar ki, kullandıkları simgelerin
dışında / arkasında, zihinlerinde birşeyler olduğu açıkça görülür.
Farklı simge dizimlerinin aynı matematiksel yapılanmayı ifade ettiği,
iki farklı sunumun aynı kanıtı açıkladığı / yorumladığı çoğukez
karşımıza çıkar. Aynı yapılanma örneğin, karmaşık sayılar
matematiğin oldukça farklı alanlarında kullanılabilir. Eğer eski bir
kuramın yeni bir kanıtıyla karşılaşırsak, eski kuramın yeni bir biçimi
olmadığını, boyutlararası yeni bir yapılanmanın oluşturulduğunu biraz
dikkatlice bakarsak görebiliriz. Yapılanmalar, simgelere yaşam ve
içerik kazandırır. Biçimcilikte, yapılanmalar öznel bir yanılsama
olarak görülür ve bunları ya yadsırlar ya da "höristikler"
değerlendirmesiyle ortamdan uzaklaştırırlar. Biçimcilik, yapılanmalarla
ilgili bir kuram geliştiremez, çünkü sezgisel ağı yok sayar. Bu
bakımdan biçimcilik, birçok yönüyle eksik açıkladığı matematiğin bir
felsefesi olamaz.
Şimdi bu yapılanmalara biraz açıklık getirmek üzere biraz üstte sözünü
ettiğimiz "sezgi" olgusu üzerinde duralım. Sezgi, biçimselin karşıtı
gibi durmaktadır. Bu bağlamda sezgisel bir kanıt; biçimden kurtarılmış,
simgelerden bağımsız ve belki de konuşulamazdır. Kılgısal bir gerçeklik
olan sezgilerin, ya da sezgisel yapılanmaların matematiksel etkinlikte
yaşamsal işlevleri vardır. Ancak matematiği, sezgiye indirgeyebilir
miyiz?
Sezgicilik
Matematik, sezgisel yapılanmalardan meydana gelir, bunların dışsal
ifadeleri de biçimsel kullanımlarıdır. Bundan ötesi önemsizdir. İşte bu
önerme, sezgicilik olarak bilinen bir görüştür. Yine indirgemeci
geleneğin bir koludur. Şimdi biraz inceleyelim.
Sezgicilik, matematikçinin dışındaki herhangi bir matematiksel
gerçekliğin varlığını veya gerçekten kanıtlanmış ya da kanıtlanabilir
bir gerçeği yadsır. Sezgiciye göre, matematiksel nesneler yalnızca
yapılanmaların bir sonucu olarak var olur. Matematiksel olgular, ancak
kendisinin yapabildiği tartışmaların sonucu olduğu sürece kendisi için
gerçektir. Şimdi yeniden aritmetiğin temel kuramını ele alalım.
Sezgici, bunu bir biçimci gibi yalnızca bir simgeler dizimi olarak
almaz. Kuramın bir anlamı vardır. Ancak, kuramı herhangi bir doğal
sayıyı, asal sayı çarpanlarına ayırma yeteneğimizi ifade etme olarak
düşünür. Başka bir deyişle, bir sezgici aynen bir biçimci gibi kuramın
anlamını, kılgısal etkinliğimiz içinde bırakır. Elbette insanda böyle
bir yetenek olmasa, böyle bir bilişsel süreci gerçekleştiremezdi. Bu
bilişsel sürecin, yetenek dışında bir dilsel ve göstergebilimsel ağ
içinde karşılıklı etkileşimlerle toplumsal olarak meydana geldiğini göz
önüne alırsak, sezgiye dayalı etmenlerin dışında da birçok değişkenin
olduğu görülecektir. Entellektüel bir hareket olarak matematiksel
sezgicilik, her birimizi birbirimizden yalıtır ve bu yalıtma bizi
bilgikuramsal olarak bireysel kaynaklara indirger. Buna göre, içsel
deneyim olanaklı biricik bilgi kaynağıdır ve içsel deneyimin dayandığı
dışsal gerçeklikleri yadsır.
Yine yüzeysel bir tasarımla karşılaşmış durumdayız. Matematiğin söz
konusu indirgemeci yorumu tek başına bütün bir felsefeyi açıklamakta
güçlük çekmesine ve bundan dolayı yüzeysel kalması kaçınılmaz olmasına
rağmen bu sezgici yaklaşımın katkıları da olmuştur. Sezgici yazın bize,
matematiksel kılgının anlaşılmasına yardım etmiştir. Matematiksel
yaratımın içsel süreçlerine ilişkin zengin düşünsel kaynaklar
sağlamıştır. Matematiksel mantığın bir dalı olarak kendisini bu
içgörülerin içeriğini anlamaya adamıştır.
Bununla birlikte sezgicilik, matematiğin en güçlü itici gücü olan
toplumsal onaylı gerçeklikleri önemsememesidir. Herşey bir yana
matematik, bilimin bir parçasıdır. En azından bilim-matematik
bütünlüğünün önemli bir bileşenidir. Matematiği uygulamanın en temel
amacı yeni gerçeklikleri ortaya çıkarmaktır. Sezgicilikte olduğu gibi,
eğer bu özelliğinden vazgeçilirse matematik, bir oyuna indirgenmiş
olur. Halbuki, matematiğin kültürle bir bütünleşikliği vardır.
Matematik tarihine bir göz attığımız zaman, yeni tanımların, yeni
tekniklerin ve yeni kuramların katıksız bir birikimiyle karşılaşmayız.
Aksine, eski kavramların yinelenerek arıtıldıkları ve daha keskin
anlamlar kazandıkları bir süreçle karşılaşırız. Burada, giderek
yükselen bir özenlilik standartına, artan bir genellilik ve derinlik
karşımıza çıkar. Her matematikçi kuşağı, bir önceki kuşağın
matematiğini yeniden düşünür, geçici ve yapay ya da sahte olanları atar
ve yeni koşulların gerçekliğine dayanarak onu bir kez daha
yapılandırır. Tüm bu karşılıklı etkileşimli ilişkiler bütünlüğünü,
bireyin içsellliğine indirgeyen ve matematik gerçekliği savsaklayan bir
bilgikuramıyla açıklamak olası mıdır? Böylesi bir yaklaşım içindeki
araştırmalarda değerli bilgiler üretilse de, indirgemeci yapısı
nedeniyle matematiğin felsefesini inşa edecek bir süreci kaldıramaz.
Mantıkçılık
Diyelim ki, matematik belirli gerçekliklerden, bu gerçeklikleri kuran
savlardan, bu savların altında yatan yapılanmalardan, bu savları ve
gerçeklikleri ifade eden simgelerin biçimsel kullanımlardan meydana
gelmiş olsun. Yani, matematik bunların dışında herhangi bir şey
olmasın. Böyle bir yaklaşım, geleneksel olarak bilinen mantıkçılığın
genel iddiasıdır. En önemli savunucuları Gottlob Frege ve Bertrand
Russell’dir.
Bir biçimci veya bir sezgicinin aksine bir mantıkçı aritmetiğin temel
kuramını, içeriği bizim etkinliklerimizden oldukça bağımsız bir
gerçeklik olarak görecektir. Bununla birlikte bir mantıkçı için,
aritmetiğin temel kuramında ifade edilen özellikleri olan ve bağımsız
varlıklar olarak bulunan doğal sayılar yoktur. Aksine bu kuram, uzun
bir tanımlar dizisi temelinde anlaşılmalıdır. Kuram, yalnızca çok
karmaşık mantıksal bir gerçekliktir. Matematiksel gerçeklikler,
herhangi bir gerçek durumu başarıyla betimlediği için gerçek değildir.
Onlar, gerçeklere dayanan içerikten yoksundur. O halde, matematiksel
gerçeklikler, kendi içsel yapıları ve aralarındaki ilişkiler nedeniyle
gerçektir. Bu yolla mantıksal gerçeklikler, "gerçek" olur. Kısacası,
matematik yalnızca mantıktır. Ancak, buradaki "mantık" kavramsal akıl
yürütmedir. Belirtmek gerekir ki, mantıkçı düşüncenin kavramsal akıl
yürütme yoluyla matematiğe önemli katkıları olmuştur. Bir felsefe
olarak mantığa indirgenen özsel yapısı dışında, temel matematiksel
düşüncelerin kuruluşuna katkısı olmuştur. Aslında matematiksel kılgı,
birçok yerde mantıktır. Biçimcilik ve sezgicilikte olmadığı ölçüde,
mantıkçılıkta matematiksel kılgıyla ilgili katkılar, özellikle
aritmetik ve matematik çözümlemede alanlarında olmuştur. Ancak,
matematiğin ilgili olduğu nesneleri es geçtiğinden mantıkçılık,
matematiğin eksik bir felsefesidir.
Platonculuk
Yirminci yüzyıl, "Platoncu matematik" olarak bilinegelen çalışma
ilkelerini ve ona bağlılıklarını ifade eden makaleleri kesin bir
şekilde betimlemiş değildir. Ancak bu ilkelerin inançların
başlıcalarını şöyle belirtebiliriz:
- Gerçel sayı dizgesi gibi, belirli ideal matematiksel varlıklar büyüklükler bulunmaktadır.
- Belirli tümdengelim biçimleri vardır.
- Eğer matematiksel bir önerme akla yatkın geliyorsa, onun doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir.
- Matematik temel olarak, matematikle uğraşan insanlardan bağımsız ve ayrı olarak vardır. Örneğin, "pi sayısı göklerdedir".
Bu felsefi yaklaşımı şöyle belirtebiliriz: Matematik, bizden bağımsız
olarak var olan soyut yapılarla ilgili gerçekliklerden, bu
gerçeklikleri kuran mantıksal savlardan, bu savların altında yatan
yapılanmalardan, bu savları ve gerçeklikleri sergileyen simgelerin
biçimsel kullanımlarından oluşur. Bu önermeyi başka bir deyişle ifade
edersek: Matematik, soyut yapılarla ilgili gerçekliklerden oluşur. Bu
gerçeklikler; bizden, bu gerçeklikleri kuran mantıksal savlardan, bu
savların altında yatan yapılanmalardan, bu savları ve gerçeklikleri
sergileyen simgelerin biçimsel kullanımlarından bağımsız olarak
bulunur, yani vardır. Matematiğin, bunların dışında oluştuğu herhangi
bir şey yoktur. Bu önerme, matematiğin felsefesine platoncu bir
yaklaşımdır. Şimdi, biraz daha açalım.
Bir platoncu, aritmetiğin temel kuramını harfi harfine yorumlar.
Platoncu için, doğal sayılar bizden bağımsız olarak vardır. Bu bakımdan
sayıların, asal çarpanlara eşsizce ayrılmaları zaten gerçektir.
Buradaki "eşsizce" sözcüğü, çarpanlara ayrılmanın her bir sayı için
"tek, teksel" olduğunu vurgulamaktadır. Yani herbir sayı, tek bir
şekilde eşsizce çarpanlara ayrılır.
Bu görüşe göre matematikçi, kendi matematiksel etkinliğinden önce gelen
çeşitli soyut yapılarla karşı karşıyadır. O, bu yapıları yaratmaz,
aksine bulur, keşfeder. Bunlarla ilgili çalışma sürecinde, bu yapılarla
ilgili giderek arıtılan bir sezgi geliştirir. Sezgisi, kendisinden önce
gelenler tarafından keşfedilen gerçekliklerden oluşur. Ve bu sezgisi
kendisine yeni yapılar bulmasına, eski yapılarla ilgili yeni
varsayımlar yapmasına olanak verir. Bu varsayımları irdelemek için,
kendisinde beliren soruları yanıtlamak üzere, yapılanmaları devreye
sokar, savlarda bulunur ve yeni kavramlar tanımlar. Bu yapılanmalar
giderek matematiksel gündelik dilde ifade bulur, hesaplamalarla
desteklenir, daha kesin ve biçimsel duruma gelir. Öylelikle, bunlar
toplumsal olarak ulaşılabilen ve iredelenebilen bir konuma varır ve
matematiğin içinde geliştiği daha geniş toplumsal diyalektiğin bir
parçası olur.
Yukarıda ana hatları verilen platoncu yaklaşımda öylesine bir rehavet
vardır ki, gündelik yaşam paradigmasıyla hemen hemen hiç çelişmez. Bu
bakımdan, matematiğin felsefesiyle hiç de ilgili olmayan birçok kişi
farkında bulunmadan platoncu bir görüntü çizer. Bu tatmin edici
etkisiyle platonculuk, belirleyici paradigmada yerini hep
koruyagelmiştir. Çok az matematikçi veya felsefeci ya da düşün insanı
onu aşmak gibi bir uğraşa girmiştir.
Sonuç Yerine
Matematiğin temelleri üzerine yoğunlaşan ve onların arayışı içinde olan
farklı düşün okullarının indirgemeci karakteri bu yaklaşımlarından
ileri gelmiştir. Matematiğe önyargı ile bakarsak, matematiğin
temellerini arayış içinde olanlar tarafından ihmal edilegelmiş birçok
yönünü açıkça görmüş oluruz. Bunlar arasında, belirleyici matematik
paradigmasınca resmen onaylanmamış kanıtlar, tarihsel gelişim,
matematiğin olası hataları, kanıtların dışında matematiksel
açıklamalar, matematikçiler arasındaki iletişim, çağdaş matematikte
bilgisayarların kullanımı, matematik öğrenimi, matematik öğreniminin
felsefesi, matematik ve dil/göstergebilim ilişkisi, matematik, kültür
ve toplumsal - ruhsal - ideolojik bağlantılar ve daha benzerleri yer
alır. Temelleri arayan düşünsel yaklaşım, matematiksel kılgıyı temeller
cinsinden açıklamaya çalıştığı için tüm bunları yok sayabilir. Buna
göre, matematik etkinlikleri özünde kümelerle ilgili gerçeklerin
keşfedilmesi, belirleyici matematik paradigmasınca resmen onaylanmış
kanıtların irdelenmesidir. Geri kalanlar ise konu dışı üstyapılardır.
Temelleri çıkış noktası kabul eden yaklaşımların matematiğin kapsamlı
bir felsefesini geliştirebilmesi oldukça olanaksız görünmektedir.
Matematiği, çevresinden yalıtan bir anlayış ya da anlayışlar, kendi
özellerinde olumlu bir takım sonuçlar elde etseler de matematiğin
felsefesine katkıları, indirgemeci bir yelpazenin solgun renkleri
içinde olacaktır. Matematiğin yaşamsal kılgısını yok sayarak felsefi
boyutlar getirmek çok güçtür. Matematiğin felsefesini sağlayacak olan,
sorunları ve çözümleri için verileriyle işte bu kılgıdır. Günlük
yaşamdan bir örnek verecek olursak, hesap makinalarını göz önüne
alabiliriz. Bir açının herhangi bir trigonometrik işlevdeki değerinin
makinanın ekranında görülen karşılığı, sekiz ya da dokuz basamak
kesinliktedir. Burada, sekiz ya da dokuz basamaktan sonraki
basamakların da kesin olması kullanılan yaklaştırmanın özelliklerine
bağlıdır. Yaklaştırma, başka bir deyişle bir işlevin değerini gerçek
değerine yakın bir değerle elde etmek bilgisayarın özündeki felsefedir.
Bu kapsamda; işlevlerin değişim hızı, limit, yakınsama, ıraksama gibi
matematiksel kavram ve nesneleri ele alıyoruz. Böylece, hem
matematiksel bilginin, hem de sezgisel müdahalenin insanın gündelik
nefesinde buluştuğu bir arayüzey oluşmaktadır.
Bu sahneye yeniden baktığımızda, matematiğin felsefesi canlıdır.
Araştırmayı yapan matematikçi, matematikçinin felsefi eğilimleri, bunu
kullanan diğer araştırmacılar, uygulayanlar, öğretmenler ve öğrenciler
birlikte yaşarlar bu canlılığı. Hangimiz matematikle tanışmamış
olabilir? Hangimizin, matematikle iyi kötü bir anısı yoktur? Tüm
dünyada matematiğin felsefesiyle ilgili bir tartışma olmasına rağmen
tıkanan bazı önemli noktalar vardır. Şöyle toparlayabiliriz:
- Çalışan matematikçilerin, matematiğin felsefi boyutlarına ilişkin
ortak düşünceleri birbirleriyle ve matematik çalışmayla ilgili günlük
deneyim ve kılgıyla uyuşmazlık içindedir. Birçok kılgısal sorunların ve
matematiğin karşılaştığı kördüğümlerin felsefi yönleri vardır.
Matematik üzerine felsefi bir söylemin iyice oturtulmamış olmasının,
öğretimde, öğrenimde, araştırmada ve toplumların kılgısal işlerinde
gözlenebilir zararlı etki ve sonuçları vardır.
- Matematiğin felsefesinde bugün var olan çıkmaz, "matematiğin
temellerini" ele alan geniş zaman aralığında Frege ve Russell’dan
Brouver, Hilbert ve Gödel’e kadar yer alan birçok derin karşıtlığın
kötü sonuçlarıdır. Tek tek ele alındığında birçok şey öğreneceğimiz bu
düşün akımlarında sorun, indirgemeci ve yaşamdan kopuk yapılarında
olmuştur. Üstelik gelenekselleşmiş bir etkileri ve düşünce
dönüşümlerini teşvik etmeyen özellikleri vardır. Artık, biçimcilik,
sezgicilik, mantıkçılık gibi "okulların" ötesine geçebilmektir. Onların
tarihine yeniden geri dönerek, matematik ve felsefenin nasıl ele ele
verdiklerinin köklerine inmeliyiz.
- Platonculuk ve biçimciliğin aksine, eğer matematiği kuşku duyulmaz
gerçekliklerin kaynağı olarak kurmaktan vazgeçersek, matematiğin
doğasını, insanın zihinsel etkinliğinin belirli bir çeşidi olarak ele
alacağız demektir. İnsanlar tarafından yaratılan bir düşünceler dünyası
vardır. Bu dünya onların paylaşılan bilinçlerinde bulunmaktadır.
Özdeksel nesnelerin kendi özelliklerine sahip olduğu gibi, bu
düşüncelerin de, nesnelce kendilerinin olan özellikleri vardır. Kanıtın
ve karşıkanıtın yapılandırılması, bu düşüncelere ait özelliklerin
keşfedilmesindeki devingen yöntemdir. Bu da, matematik denen bilgi
dalıdır.
Kaynakça
- Science and Modern World, New American Library, 25, New York (1948)
- Goodman, N., "Mathematics as an Objective Science", American Mathematical Monthly, 86, 540, (1979).
- Davis, J. D., "Fidelity in Mathematics Discourse: Is One and One
Really Two?", American Mathematical Monthly, 79(3), 252-263, (1972).
- Hersh, R., "Fresh Brezees in the Philosophy of Mathematics", American Mathematical Monthly, August - September, 590, (1995)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder