Giriş
Descartes'ın
modern felsefenin ve birçok yönden modern matematiğin ve matematiksel
fiziğin babası olduğu yaygın olarak kabul edilir. Bununla birlikte,
Descartes'ta neyin yeni olduğu birçok tartışmanın odağını oluş
turmuştur. Bundan dolayı, Descartes'ın matematik felsefesini irdelerken
asılsız bir Descartes üzerine değil tarihsel verilerden hareketle
“otantik” bir Descartes üzerine eğilmek daha anlamlı olacaktır.
Bu
yazıda, yazdıklarından yola çıkarak, Descartes'ın özellikle matematik
felsefesinin ana hatlarını ele almakla kendimizi sınırlandıracağız.
Bunun yanısıra Descartes'ın matematik hakkındaki görüşlerinin zamanla
nasıl ve neden değiştiğini inceleyeceğiz. Ayrıca, Descartes'ın
görüşlerinin Heidegger tarafından sunulan bir eleştirisini kısaca
sunacağız.
1596'da
Fransa'da doğmuştur. Eğitimini Cizvit Katoliklerinin bir okulunda
tamamlar. 19 yaşında Hukuk Fakültesi'ne kaydolur ve bir yıl sonra okulu
bitirir. Hukukçu olarak yaşamını sürdürmektense orduya katılır. 1619'da,
bütün bilgiyi sağlam temellere oturtmaya dair meşhur rüyasını görür ve
çalışmalarına başlar. Descartes'ın hayatı boyunca düzenli bir işi
olmamış, ailesinin kaynaklarıyla geçinip, ömrünü bilimsel ve felsefi
araştırmalara adamıştır. 1620'li yıllardan itibaren yoğun araştırmalara
imza atmış ve Avrupa'nın muhtelif bölgelerine seyahatlerde bulunmuştur.
1628'de Hollanda'ya taşınmış ve sonraki yirmi bir yılını orada bir
münzevi olarak araştırmalar yapmakla geçirmiştir. 1649'da Kraliçe
Christina'nın davetiyle İsveç'e gidince Descartes – alışkanlığının
aksine - sabahları çok erken vakitlerde Kraliçe'ye ders vermeye başlar.
Bölgenin sert iklimi sabahın soğuğuyla birleşince, Descartes zatürree
olur ve İsveç'e gelişinden altı ay kadar sonra ölür.
Mathesis Universalis.
Ortaçağ
ve Rönesans boyunca, Avrupa'daki Aristoculuğun veya skolastizmin
etkisinden dolayı, diyalektik veya mantık, eğitimin en önemli disiplini
olarak kabul edilmiştir. Descartes, 1619-1628 yılları arasında tuttuğu
notlardan oluşan ve ölümünden sonra yayınlanan Regulae adlı çalışmasında
birçok kez diyalektiğe saldırır ve matematiği (Descartes'ın deyişiyle
aritmetikle geometriyi) kesinliğinden dolayı över [1]. Descartes'ın
düşüncesinde matematik merkezi konumdadır, öyle ki bu düşünceler bir tür
matematikçilik (matematisizm) olarak nitelendirilmiştir [7]. Descartes,
Regulae'de sağlam herhangi bir bilginin matematiksel kanıtların
kesinliğini taşıması gerektiğini iddia etmiş ve mathesis universalis
(evrensel öğrenme) fikrini genel yöntemini geliştirmek için
kullanmıştır. Aslında mathesis universalis Descartes'tan çok önceleri
kullanılan bir kavramdır; 16'ıncı yüzyılda mathesis universalis'i
kullananların başında Adriaan van Roomen adlı matematikçi gelir.
Kavramın kökeni, Aristo'nun prima philosophia kavramına kadar geri
götürülür [7].
Regulae'de
diyalektikçilerin veya mantıkçıların uzun çıkarım zincirlerinin hiçbir
işe yaramadığına değinen Descartes, aritmetik ve geometrinin katıksız
düşünceyi esas aldıkları için deneyin neden olabileceği muhtemel
yanlışlara maruz kalmadığını belirtir.
Kural
II'de aritmetik ve geometrinin kanıtlarının kesinliği kadar kesinlik
taşıyan nesnelerle ilgilenmeliyiz der. Yine aynı kısımda şöyle der:
Bilinen bütün disiplinler içerisinde, sadece aritmetik ve geometri
yanlışlık ve belirsizliğin her tür kusurundan arıdır [1, s. 120].
Aritmetik
ve geometrinin övülmesinin nedeni bu disiplinlerde deneye
başvurmaksızın saf akılla çıkarım yapılmasıdır. Descartes her ne kadar
çıkarımı övse ve ön plana çıkarsa da, Kural III'te aritmetik ve
geometride sezginin öneminden de bahseder. Dolayısıyla Descartes'a göre
sezgi de bilimsel bilginin elde edilmesi için gereklidir.
Descartes,
kesinliğe giden yolun sağlam bir yöntem gerektirdiğini vurguladığı
Kural IV'te mathesis universalis'i tanıtır. Mathesis universalis Kural
IV'te bir disiplin olarak sunulur (ki bu şimdilerde mathesis universalis
hakkındaki genel kanının yanlış olduğunu gösterir): Descartes'a göre
mathesis universalis bütün disiplinleri kapsayan veya onları bir kenara
iten bir tasarım olmaktan ziyade, bütün disiplinlerde bilimsel bilgi
üretiminde kullanılabilecek türden heuristik bir rolü olan rehber bir
disiplindir. Başka bir deyişle, Descartes için mathesis universalis,
geometri, aritmetik ve diğer matematiksel disiplinler gibi bir
disiplindir; bununla birlikte, o, bütün bilimsel bilgi üretiminde buluş
yapmaya yarayan bir tür kılavuz olduğu için diğer disiplinlerden
önceliklidir, daha özeldir. Bu cümlenin daha iyi anlaşılması için,
Descartes'ın aktif bir matematikçi olarak çalışmalarını yürüttüğü ve
kendisini sağlam sonuçlara ulaştıracak yöntemler arayışında olduğu
hatırlatılmalıdır. Descartes, mathesis universalis'in tam olarak neyi
içerdiği hakkında herhangi bir şey söylemiyor, sadece mathesis
universalis'in diğer matematiksel disiplinlere nazaran daha basit olduğu
veya daha az zorluğa sahip olduğunu belirtmekle yetiniyor.
Özetle,
Descartes'ın yazısında, mathesis universalis matematiksel disiplinler
içerisinde örnek bir disiplin olarak sunuluyor. (Mathesis universalis'i
daha sonra hayli geliştirecek ve Descartes'tan farklı anlamlar
yükleyecek olan Alman matematikçi ve filozof Leibniz'dır.) İşin ilginç
tarafı, Descartes'ın yazılarında mathesis universalis sadece Regulae'de
kullanılmıştır. Peki, Descartes'ın sonraki yazılarında matematiğe bakışı
değişmiş midir? Bu soruyu cevaplamak ve Descartes'ın sonraki
düşüncelerini daha iyi anlamak için, Descartes'ın mathesis universalis
görüşünün sorunlarına değinelim.
Japon
matematik tarihçisi Chikara Sasaki'nin belirttiği gibi [7, s. 361-2],
Descartes'ın mathesis universalis görüşü veya daha genel olarak bu
dönemdeki matematik görüşü iki açıdan hayli sorunludur. Birincisi, van
Roomen'in iddia ettiği gibi, matematiksel ilkelerin matematiksel kanıtı
sunulamaz; burada ilkesel bir sorun veya bir tür kavramsal olanaksızlık
söz konusudur. (Sasaki'nin hatırlattığı gibi, yirminci yüzyılda Brouwer
ve Poincaré gibi matematikçi-filozoşar, bunu daha düzenli bir şekilde
ortaya atmışlardır.) İkinci sorun, Descartes mathesis universalis'in
diğer disiplinlere göre daha kullanışlı ve basit olduğunu iddia etmiş
ama böyle bir disiplinin nasıl geliştirileceği onusunda bir şey
belirtmemiştir. Bu iki hususun ötesinde, Sasaki'nin gösterdiği gibi,
Descartes'ın sonraki görüşlerini derinden etkileyecek husus,
Descartes'ın Pyrrhoncu şüphecilikle karşılaşması ve buna karşı verdiği
entelektüel kavgaydı. Şüpheciler matematik dahil her şeyden şüphe
duymalarıyla öne çıkmışlar. Dahası, matematiğin kesinliği yerine başka
bir şey inşa etmek gayesi gütmemiş, onu parçalamayı hedeflemişlerdir.
Cogito, Ergo Sum.
Descartes
bahsi geçen şüphecilere karşı entelektüel mücadelesi sırasında meşhur
cogito, ergo sum veya ego cogito, ergo sum (düşünüyorum, öyleyse varım)
formülleştirmesine varmıştır. 1637'de yazdığı Yöntem Üzerine Söylev adlı
kitabında Descartes, en basit geometrik kanıtlarda bile hata yapan
insanlarla karşılaştığını, bunun üzerine kendisinin de başkaları gibi
yanlış yapma ihtimalinin bulunduğunu ve dolayısıyla eskiden kesin diye
kabul ettiği kanıt ve argümanların tümünü şimdi yanlış/geçersiz diye
reddettiğini belirtir [1]. Descartes, böylece, matematiksel önermelerle
ilgili daha önceki görüşünü reddeder.
1644'te
yazdığı Felsefenin İlkeleri'nde de benzeri görüşleri ifade eder.
Örneğin, “Neden matematiğin kanıtlarından bile kuşku duyabiliriz?”
başlıklı beşinci ilkede Descartes şöyle der: Eskiden bize doğru görünen
tüm şeylerden − hatta matematiksel kanıtlardan ve hatta şimdiye kadar
kendiliklerinden besbelli olduklarını düşündüğümüz ilkelerden − insanlar
bu konularda zaman zaman hata yaptıkları ve bize yanlış görünen şeyleri
kesin ve kendiliklerinden besbelli kabul ettikleri için […] şüphe
duyacağız [2, s. 113].
Descartes'ın
matematiğin kanıt ve ilkelerine dönük görüşlerini değiştiren bu tür
akıl yürütmelerde, Descartes'ın yöntemsel (veya hiperbolik) şüphecilik
yaptığı belirtilmelidir; buna göre, hakkında şüphe veya kuşku
duyulabilen bir şey yanlıştır. Yöntem Üzerine Söylev'de özetle şöyle bir
akıl yürütmede bulunur: Rüyada birçok şey görürüz ama bunlar gerçekte
var olmayan şeylerdir; dolayısıyla duyu organlarımıza güvenemeyiz; nasıl
rüyada düşündüklerimize ve vardığımız sonuçlara güvenemezsek, uyanıkken
de bunlardan emin olamayız. Yaşam bir rüya olabilir. (Rüyada
gördüklerimizi gerçek sanmaz mıyız?) Ya da kötü bir ruh bizi aldatıyor,
duyularımızı yönlendiriyor ya da bir biçimde bizi yanlış düşüncelere
sevkediyor olabilir. Descartes, böylece, bütün düşüncelerin yanlış
olduğunu kabul ederek düşünme serüvenine devam eder. Fakat bütün
düşünceler yanlış olsa bile, bu yanlış fakat var olan düşünceleri
düşünen bir ego (ben) vardır: cogito, ergo sum. Düşünerek her şeyden
kuşku duyan bir “ben” olmalı. Descartes böylece bütün şüphecilere karşı
kesin olan bir şey bulmuştur!
Descartes,
birçok kişinin sandığı gibi, “düşündüğüm için varım (düşünmeseydim
olmazdım)” dememiştir. Descartes var olduğunun kesinliğini düşünerek
(daha doğrusu kuşku duyarak) anladığını söylemiştir. Dolayısıyla
yalnızca bu veriden hareket ederek Descartes'ın idealist bir filozof
olduğunu öne sürmek çok yanlıştır. Düşünmek, idealist ya da materyalist
filozof, hatta filozof ya da değil, herkesin başvurduğu bir eylemdir!
1641'de
yazılan Metafizik Üzerine Meditasyonlar adlı eserinde de Descartes,
sözkonusu düşüncesini ayrıntılı bir şekilde sunar [2]. Descartes, kendi
vücudunun varlığını duyu organlarıyla anlamaya çalışmanın geçersiz
olduğunu belirttikten sonra, kendisi için “düşünen şey” demenin kesin
olduğunu belirtir.
Descartes,
cogito üzerine inşa ettiği felsefi görüşlerinde Tanrı'nın bir kanıtını
sunduğunu da iddia eder. Burada bizi ilgilendiren, sözkonusu ve benzeri
kanıtlardan ziyade, Descartes'ın matematik felsefesinde Tanrı'nın işgal
ettiği konumdur. Sasaki'nin ifade ettiği gibi, Descartes matematiksel
gerçekleri teolojik ve metafizik açıdan ele alır: Tanrı, sonsuz bir
güçtür ve dilerse matematiksel önermelerin tersini doğru kılabilir.
Tanrı, mükemmel olduğu için yarattıklarını aldatmaz ve bundan dolayı
matematiksel hakikatlerin doğruluğu garanti altındadır. Dahası,
Descartes'a göre, ancak Tanrı'ya inanan insanlar matematiksel
hakikatleri tatminkâr bir dayanakla kabul edebilirler; Tanrı'ya
inanmayan biri, “üçgenin iç açıları toplamı iki dik açının toplamına
eşittir” önermesi gibi bir önermenin doğruluğu konusunda aldanıp
aldanmadığını bilemez. Descartes'ın cogito, ergo sum'u keşfetmesine yol
açan nedenlerden birinin şüphecilerin matematiğin kesinliğini
eleştirmeleri olduğuna değinmiştir.
Aslında
Descartes, matematiksel kanıt ve ilkelerin kesinliğini yeniden
doğrulamayı da amaçlıyordu. Fakat, değindiğimiz üzere, bunu matematiksel
önermelerin ve ilkelerin garantörü Tanrı hipotezi aracılığıyla ortaya
koymaya çalıştı. Burada felsefi olarak büyük bir sorun var. Sasaki'nin
deyişiyle, “Descartes, matematiksel kanıtların kesinliğini yeniden
kurmak konusunda fazla aceleci davranmıştı” [7, s. 387]. Şöyle ki,
Descartes sözgelimi “üçgenin iç açıları toplamı iki dik açının toplamına
eşittir” ifadesinin doğruluğunu Tanrı'nın garanti altına altığını
düşünmüştü. Oysa, bugün biliyoruz ki, Öklit'in paralel postulatının
olumsuzu ile başka türlü matematiksel sonuçlara varabiliriz. Bugünkü
anlayışa göre, aksiyomlar mutlak doğru değil de doğru olarak kabul
edilen önermelerdir, dolayısıyla aksiyomlardan türeyen teoremlerin
mutlak doğruluk gibi bir iddiası yoktur; kabule dayalı oluğundan
teoremler koşullu bir doğruluk değerine sahiptirler. Özetle,
matematiksel doğrular, Descartes'ın sandığının aksine, ontolojik veya
mutlak bir özelliğe sahip değil, koşullu doğruluk değerine sahiptir.
Kartezyen Devrim ve Modernite.
Moderniteyi
nitelendiren en önemli husus belki de, radikal bir kopuş tezi ve bütün
yeniliklerin kendisiyle başladığı sanısıdır. Descartes ilk modern
filozof sayılıyorsa, bunun sebebi bu tez ve sanıda aranmalıdır.
Aristoculuğa meydan okuyan Descartes'ın kendi beslendiği kaynaklara,
sözgelimi hocası Beeckman ve Kepler'e karşı tutumu, Platon'un vefasız
öğrencisi, “anasının memelerini kuruttuktan sonra, ona tekmeler savuran
bir taya” benzeyen Aristo'yu anımsatır. Descartes yazılarında kendini
yepyeni bir şey sunan biri olarak gösterir. Son zamanlarda Descartes
üzerine yapılan çalışmalar, Descartes'ın kendi sunumunun pek de gerçeği
yansıtmadığını ortaya koymuşlardır. (Bir özet için bkz. [4]).
Descartes'ın düşünceleriyle aldığı Cizvit eğitimi arasındaki sıkı bağlar
gözden kaçmamalıdır: “Kartezyen özyaşam (otobiyografi) aslında bir
Cizvit özyaşamdır” [4]. Descartes'ın düşünceleri de kendi devrinin bir
ürünüydü; Latince bir ifade vardır: Veritas filia temporis (Hakikat
zamanın çocuğudur.) Descartes'ın yazılarını okuyan biri, inançlı bir
Katolik'le karşı karşı olduğunu hemen fark eder. Heidegger'in dediği
gibi, “Descartes'ın ortaçağ skolastiğine ‘bağımlı' olduğunu ve onun
terminolojisini kullandığını Ortaçağı bilen herkes görür” [4, s. 46].
Buna rağmen, aşağıda değineceğimiz üzere, Descartes'ın modern düşüncenin
kuruluşunda çok önemli bir rolü olmuştur.
Descartes'ın
modern felsefedeki konumunu ele almak için, ona yirminci yüzyılda
yönlendirilen eleştirilere bakmak kestirme bir yoldur. Descartes'a en
köklü eleştiri Alman filozof Martin Heidegger tarafından getirilmiştir.
Heidegger'e göre, Kartezyen varlık ve gerçek anlayışı (Nietzsche dahil)
modern metafiziği şekillendirmiştir. Descartes'la birlikte, “var olmak,
temsil edilmenin nesnelliği olarak” ve “gerçek, temsil edilmenin
kesinliği olarak tanımlanmıştır” [6, s. 127].
Descartes'ı
modern felsefenin kurucusu yapan şey, onun cogito temelli bir
epistemoloji peşinde olmasıydı. Oysa Heidegger'e göre yapılması gereken,
ontolojik bir çözümleme sunmaktı [5]. Çünkü, felsefenin temel sorusu
varlığın anlamına ilişkin olduğu halde, Descartes kendi araştırmasında
“sum”un varlığının anlamını belirsiz bırakmıştı. Ayrıca, Kant hariç
kartezyen gelenekteki bütün filozoflar zamanı gözardı etmişlerdi. Fakat
Heidegger'e göre Kant'ın da unuttuğu şey, Dasein'ın (insan varlığı) bir
ontolojisini veya “öznenin öznelliğinin ontolojik bir çözümlemesini”
sunmaktı. Böyle bir çözümleme sonucu ancak Descartes'ın düalist
anlayışının geçersiz olduğu anlaşılabilir. Düalist düşünce gereği,
düşünen özne (cogito, res cogitans veya ego) ile üzerine düşünülen
nesneler veya şeyler (sum veya res extensa) birbirinden kesin şekilde
ayrılmıştır. Oysa, Dasein veya insanın varlık türü temelde
dünyada-var-olandır; yani insanın varlığı ele alındığı zaman özne ve
nesne arasında Descartes'ın sandığı türden bir ayrım yapılamaz. İnsan
varlığı bir çöp kutusu veya bir kalem gibi bir varlık türüne sahip
değildir, dolayısıyla Descartes'ın sandığı “res cogitans”tan kopuk bir
“res extensa” gibi algılanamaz.
Heidegger'in
Descartes'a eleştirilerinin kökeni, modern dünyada her şeyin ölçüsünün
hesapsal olana indirgenmesi ve bunun doğurduğu sorunlardır [3].
Heidegger'e göre, hesaplama, varlığın unutulmasında önemli bir rol
oynamıştır. Modern teknoloji hesaplamaya dayalıdır ki bu hesaplama belli
bir matematiksel düşüncenin ürünüdür. Heidegger'e göre, ratio kavramı
Aristo'da da bulunur ama Descartes ile birlikte ratio matematiksel bir
hüviyet kazanmıştır artık. Varlığı hesaplanabilir ve niceliksel olarak
ölçülebilir olarak tasarladığı için Descartes ile birlikte modern
teknoloji ilk defa metafiziksel olarak mümkün olmuştur. Modern fiziğin
matematiksel karakteri modern teknolojinin özü için yolu döşemiştir.
Teknolojinin özü daha çok varlığı hesaplanabilir olarak görmesi ve
dolayısıyla kontrol edilebilir olarak tasarlamasında yatar.
Sonuç. Kartezyen
düşüncede matematiksellik her şeyin ölçüsüdür. Her ne kadar Descartes
Regulae'den sonraki dönemdeki düşüncesinde cogito'yu matematiksel
kesinliğin önüne koymuş olsa da, sözgelimi Yöntem Üzerine Söylev'de
bilgiyi temelinden yeniden ele alırken veya onu reform etmek için
öneriler ortaya atarken, birincil örneği matematiktir. Bir başka
deyişle, Descartes'ın sonu gelmez arayışının hedefi hep aynı olmuştur:
kesinlik. Tanrı'nın varlığının bir tür matematiksel kanıtını vermeye
çalışırken bile Descartes'ın güdüsü kesinlikten başka bir şey değildir.
Metafizik Üzerine Meditasyonlar'da kanıtlarının titizliğinden dolayı
geometricilerin yöntemi (yani çıkarım) dışında bir yöntem izlemesinin
mümkün olmadığını söyler. Yine aynı çalışmada Descartes, doğa
bilimlerinin doğada var olan şeylerle ilgilendiği için şüpheli olduğu,
oysa matematiğin sadece düşünceyle ilgilendiği için şüpheden uzak
olduğunu belirtir. Öyle ki, Descartes'a göre, matematik, düşüncenin
kendisiyle ilgilendiği için matematiksel nesnelerin var olup olmaması
sorunu yoktur, uykuda da olsak uyanık da olsak matematiksel düşünceler
için bir kusur söz konusu değildir. Böylece Descartes, beşinci
meditasyonda, aritmetik ve geometriyi ve daha genel olarak katıksız veya
soyut matematiği duyu organlarıyla elde edilen bilginin üstüne koyar.
Tanrı düşüncesini (ve kesinliğini) ise matematiksel düşünce (ve
kesinliği) ile aynı kategoriye koyar. Hatta kimi zaman, matematik dahil
bütün kesin bilginin kaynağının Tanrı düşüncesi olduğunu söyler.
Descartes'ın bütün bilimleri reform etme projesini 1619'da (Almanya'nın
Ulm şehrinde) gördüğü rüyada hayal ettiğinden bahsetmiştik. Descartes,
bunun kendisine ilahi bir ikaz olduğuna inanır ve çalışmalara koyulur.
Modern rasyonalist düşüncenin temsilcisi hiperbolik şüpheci Descartes'ın
kesinlik peşindeki bütün çabası için başlangıç esinini bir rüyadan
almış olması garip değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder